2.0.4.6



2 yorum

...
"Aşk bir zamanlamanın tamamıdır. Er ya da geç doğru insanla karşılaşmak değildir."

The Station Agent ~ Hayatın İçinden (2003) / Dostluk istasyonuna yolcu kalmasın !



0 yorum

Tür : Dram / Komedi
Gösterim Tarihi : 23 Temmuz 2004
Yönetmen : Thomas McCarthy
Senaryo : Thomas McCarthy
Görüntü Yönetmeni : Oliver Bokelberg
Müzik : Stephen Trask
Yapım : 2003, ABD , 88 dk.
Oyuncular
Peter Dinklage (Finbar McBride) , Paul Benjamin (Henry Styles) , Bobby Cannavale (Joe Oramas) , Raven Goodwin (Cleo) , Patricia Clarkson (Olivia Harris) , Michelle Williams (Emily)
İçimden şehirler değil, trenler geçer...

The Station Agent , yalnızlığını bile paylaşmak istemeyen, az konuşan, fiziki görünümü yüzünden kendini biraz da kimseye fırsat vermeden kendi kendine  hayattan ve dolayısıyla insanlardan soyutlayan bir adamı ve hayatına plansız giren iki insanla beraber gelişen arkadaşlıklarını konu alan, dostluk ve arkadaşlık gibi özel ve güzel  bir konuya değinen, sıcak ve duygusal bir film.
Finbar yani Fin,  kendisine bir miras yoluyla kalan tren istasyonun köhne bir deposunda yaşamaya başlar. Bu Fin'in kendini dış dünyaya kapatabilmesine, insanlardan biraz olsun uzaklaşabilmesine yardımcı olabilecek bir girişimdir. Ama durum hiç de onun tahmin ettiği ya da gelişmesine istediği gibi olmayacaktır. Çünkü evinin tam karşısında Joe isminde, konuşmayı seven,- bazen etrafındakileri bezdirecek kadar- arkadaş canlısı,babasının hastalığı nedeniyle mesleğine ara vererek, babasının işi olan karavan-büfe tarzında bir otomobilde kahve satışı yapan ve aynı zamanda babasının hastalığıyla ve onun çeşitli kaprisleriyle uğraşmak zorunda kalan biri, her sabah erkenden dükkan açacaktır. Joe için iş yerinin etrafında konuşacak birilerinin olması son derece sevindiriciyken Fin için sinir bozucu bulunacaktır. Fakat Joe'nun , sıcak tavrı ve onu dış görünüşü yüzünden herkesten farklı olarak gözleriyle küçümsemeyen hatta görünüşüne aldırış bile etmeyen davranışı nedeniyle Fin'le kaynaşması çok zor olmayacaktır.




Çok geçmeden Joe, Fin'in adeta bir ritüel haline getirdiği, ismine de "dosdoğru yürüyüş" dediği, tren hattını takip etmek suretiyle yapılan uzun yürüyüşlerinde ona eşlik etmeye başlayacaktır. Hatta ve hatta Fin sayesinde kitap okuma alışkanlığı bile kazanacaktır Joe.  Olivia da çok geçmeden bu ikileye eşlik eder ve Fin'le aralarında bir yakınlaşma oluşur. Fakat Olivia nın boşanma arifesinde olduğu eşiyle çeşitli problemleri olduğu için kafası son derece karışıktır.

The Station Agent, benim açımdan doğal anlatımıyla dikkat çeken bir film. Bu yüzden türkçe isminin de gayet filmin kendisiyle müsemma olduğunu düşünüyorum. Hayatın İçinden filmi, hayatın içinde rastlayıp, çok da önemsemediğimiz ya da es geçtiğimiz ayrıntıların insan hayatında ki  yansımalarını/önemini, su gibi anlatan bir film hüviyetinde benim için. Ayrıca Fin rolündeki Peter Dinklage'in ölçülü, abartısız oyunculuğu da beni kendine hayran bırakmıştır.

8/10

Nine Queens ~ Dokuz Kraliçe (2000)



0 yorum

Yönetmen : Fabián Bielinsky
Yapım : 2000 , Arjantina
Tür : Suç , Aksiyon
 Oyuncular
Gastón Pauls , Ricardo Darín , Roberto Rey

Bu ara Dünya Sinemasına sardım. Hollywood sineması gözümüzün bebeği olmaya devam edecek ama bu arada da dünyanın dört bir yanındaki yetkin örnekleri de kaçırmak istemem. Nine Queens iyi ki gözümden kaçırmamışım dediğim filmlerden biri oldu.

new_nine-queens
Juan ile Marcos yolları bir markette kesişen iki düzenbaz/dolandırıcıdır. Juan'ı başarısız bir dolandırıcılık girişiminden kurtaran ve Juan'a nispeten daha deneyimli ve "uyanık" duran Marcos, ona sadece bir gün için beraber çalışmayı teklif eder. Juan, Marcos'a çok güvenmemiş gibi gözükse de bir günlük iş teklifini kabul eder. Önce ufak tefek sahtekarlık numaralarıyla,ufak bir harçlık çıkarırlar kendilerine. Bu arada da birbirlerine güvenmeyen iki kişi olarak iş yapmanın bazı tereddütlerini yaşarlar ve bu aşamada da Juan'ın kafasında sürekli acaba dolandırılıyor muyum şüphesi dolaşmaktadır.

new_nine-gueens3
Hikayemiz Marcos'un bunak bir meslektaşının bir iş teklifiyle ve Juan'ın da bu işe otomatikman girmesiyle başlar. İşleri hiç de kolay değildir. Çünkü Dokuz Kraliçe adlı nadir bulunan pulların sahtelerini, 24 saat içinde ülkeyi terk edecek,  sicili hiç de parlak olmayan, en büyük hobisi pul biriktirmek olan ve en az kendileri kadar sahtekar olan bir zengine, 24 saat içinde satmak , daha amiyane tabirle kakalamak zorundadırlar. Bu aşamadan sonra yaşanan her şey hiç de gözüktüğü gibi değildir. Kim kimi dolandırıyor, kim kaybediyor, kim kazanıyor, kim kazıklanıyor kestirmek zor. Ben kendi adıma az çok tahminde bulundum ama yine de tam anlamıyla bir tahmin olmadı bu, itiraf edeyim. Tüm gerçekleri  filmin finalinde öğreniyoruz.  En İyi Şaşırtıcı Sonlar listesinde kendine iyi bir yer bulabilecek  kadar  iyi bir finali var. Suç filmi meraklılarını fazlasıyla tatmin edeceğini düşündüğüm bir film Nine Queens.


8/10

Notebook



0 yorum

Noah: Benimle kalsan ne olur sanki ?
Allie: Seninle kalmak mı neden ? Halimize bak şimdiden kavga etmeye başladık.

Noah: Evet hep böyle yapıyoruz ! Kavga ediyoruz. Ben kibirli sersem biri olmaya başladığım zaman, sen bunu bana söylüyorsun. Sen baş ağrısı olmaya başladığın zaman da,  ben sana bunu söylüyorum. Senin duygularını incitmeye korkmuyorum. Çünkü sen yine bir sonraki baş ağrıtıcı bir şeyi yapmaya koyuluyorsun.

Allie: Ne olmuş yani ?

Noah: Yani ilişkimiz kolay olmayacak. Gerçekten zorlu olacak ve buna her gün katlanmak zorunda olacağız. Ama ben bunu istiyorum. Çünkü seni istiyorum. Senin tamamını sonsuza dek istiyorum.

...
Noah: Benim için bir şey yapar mısın lütfen ? Benim için hayatının 30-40 yıl sonrasını gözünün önüne getirmeye çalış lütfen. Eğer o adamla görüyorsan git !... Seni bir kez kaybettim ve eğer gerçekten istediğin oysa sanırım tekrar kaybetmeye dayanabilirim. Ama sakın kolay yolu seçme !

*Aklıma  kazınan diyaloglardan biridir.


A Moment To Remember ~ Nae Meorisokui Jiwoogae 2004



2 yorum
.
Tür: Dram
Yönetmen: John H. Lee
Senaryo: John H. Lee, Yeong-ha Kim
Oyuncular: Ye-jin Son, Hang Lee, Ji-hyun Seon, Sang-gyu Park
Yapım: 2004, GüneyKore
Yapımcı: Seoung-jae Cha
Muzik: Tae-won Kim
Film Süresi: 2 saat, 24 dk.

."Affetmek zor değildir. Afetmek kalbinde sadece bir oda bağışlamaktır. Dedem böyle söylerdi. Gerçek bir marangoz, kalbinde bir saray yapabilendir. Ama sen yaptığın evde, yani kalbinde tüm odaları annene ve nefretine vermişsin. Ya sen neredesin ? Dışarıda titriyorsun"
Uzakdoğu filmlerindeki naif aşk hikayelerini seviyorum. Samimi bir tarafları olduğu aşikar. Bu filmde de naif bir aşk hikayesini görmek mümkün fakat A Moment To Remember daha çok anılar, affetmek, vefa, fedakarlık gibi duygular üzerine söz söyleyen bir film.

Herkesin unutmak istediği bir çok anısı vardır eminim. Bunun yanında unutmak istemedikleri de tabi... Zamanla geçmişe dair hiçbir şey hatırlamadığımızı, hatta üstüne, hatırlamadığımızı bile hatırlamadığımızı, dününüzün, geçmişinizin olmadığını düşünün. Çok korkutucu ve dramatik değil mi? Filmde de bir çok kez altının çizildiği gibi; anı'larsız hayat anlamsız. Ve filmin başında esasoğlanın söylediği gibi ; Bir anı gittiğinde ruh da gider.

Buraya kadar her şey güzel fakat A        Moment To Remember, benim için anılar ve affetmek hakkında söylenen sözler haricinde bir anlam ifade etmiyor. Özellikle bu kadar dramatikleştirmeye elverişli bir hikayeyi, sonuna kadar acitosyonun dibine vurarak anlattığı için, gözümde daha çok bir piyasa filmi niteliğinde.

Bu yüzden benim için tek seyirlik bir film olma özelliğinin ötesine geçemiyor A Moment To Remember.


6/10

Seven Pounds ~ Yedi Yaşam 2008 / Kısasa Kısas



3 yorum
new_seven_pounds

Tür : Dram
Gösterim Tarihi : 13 Mart 2009
Yönetmen : Gabriele Muccino
Senaryo : Grant Nieporte
Yapım : 2008, ABD , 123 dk.
Oyuncular
Will Smith (Ben Thomas) , Woody Harrelson ( Ezra Turner) , Michael Ealy (Ben in Kardeşi) , Barry Pepper ( Dan) , Elpidia Carrillo (Connie Tepos) , Rosario Dawson (Emily Posa)

Yedi Bedel ve Yedi Yeni Hayat

Bu filmin ismi Yedi Yaşam yerine Yedi Diyet/Bedel olsaymış daha bir isabetli olurmuş aslında. Çünkü Seven Pounds, yedi yaşam için ödenen yedi bedeli anlatan bir film.

Will Smith, Gabriele Muccino ile  The Pursuit of Happyness/ Umudunu Kaybetme filmiyle de beraber çalışmıştı. Anlaşılan yeni bir yönetmen-oyuncu birlikteliği doğuyor.
new_seven-pounds-1
Seven Pounds, vicdani bir hesaplaşmanın  öyküsü. Ben Thomas kendi inisiyatifine göre seçtiği yedi sorunlu kişinin hayatını(genellikle sağlık sorunları bunlar), kiminin haberi olmadan değiştirmeye çalışarak, geçmişte yaşattığı yedi trajedinin diyetini ödemeyi kafasına koymuş, kaybedecek hiç bir şeyi olmayan bir adam. Başka bir şekliyle,  uçuruma arabasını sürerken, çiçek sulamaya kalkan bir adamın öyküsü Seven Pounds. Bu süreçte hesaba katmadığı aşk Ben'in planlarını az da olsa değiştirecektir. İşin enteresan tarafı aşık olduğu kadın da hayatını değiştirmek için şans eseri seçtiği  yedi kişiden biridir. Fakat bir süre film, dramatik/romantik bir aşk filmi gibi ilerliyor. Hatta kahramanımız kendini aşkın kollarına o kadar bırakıyor ki izleyici, diğer yaşamları unutup, tek derdinin aşık olduğu kadın haline geldiğini düşünebilir bir süre.

En nihayetinde  filmin sonunda çok büyük bir diyetle aşık olduğu kadın dahil uzun süredir planladığı şekilde 7 umutsuz  kişinin yaşamlarını değiştirmekle kalmıyor, onları  sonlanması muhtemel hayatlarına  geri döndürüyor.

Bu tarz gizem/dram filmlerini sevenler için  tatmin edici bir film. Fakat benim gibi tipik "Uçurumun kenarındaki adam ve onun vicdani hesaplaşması" filmlerine aşina olanlar için vasat bir film sayılabilir Seven Pounds.

6/10

Into The Wild 2007 / Yolcu Yolunda Gerek



4 yorum
new_into-the-wild

.Tür : Dram / Macera / Biyografi
Yönetmen : Sean Penn
Senaryo : Sean Penn , Jon Krakauer (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Eric Gautier
Müzik : Michael Brook
Yapım : 2007, ABD , 148 dk.
Oyuncular
Emile Hirsch (Chris McCandless) , Marcia Gay Harden (Billie McCandless) , William Hurt (Walt McCandless) , Jena Malone (Carine McCandless) , Catherine Keener (Jan Burres) , Vince Vaughn (Wayne Westerberg)


Kurallardan, kanundan, paradan, kahramanımızın değimiyle ;  20. yüzyılın uydurduğu "kariyer yapma" safsatasından ve herşeyden çok insanlardan kaçma istemiyle başlanılan bir yolculuğun hikayesi Into The Wild.

Yol hikayeleri her zaman başarılı ve etkileyici olmuştur. Özellikle gerçekse daha da etkileyici... Fakat bu filmi salt bir yol hikayesi olarak algılamak ve değerlendirmek yanlış olur. Bu hem bir yol hikayesi hem de Christopher McCandless kendi içindeki yolculuğunun hikayesi. Daha ziyade bir içsel yolculuk tadında Film.
new_into-the-wild11
Christopher McCandless çıktığı yolculuğu yeniden doğma gibi nitelendirdiğinden sanırım işe önce ismini değiştirmekle başlar. Yolculuğu boyunca artık Alexander Supertrap'dır ve bu filmin sonunda yazdığı notta gerçek ismini kullanmasının, serüveni boyunca edindiği tecrübeden çıkardığı sonuçla ilişkisi, filmin belkide en vurucu tarafıydı. Film boyunca "Özgürlük güzel şey, ama sevdiklerinden ayrı ne kadar anlamlı" ya da "kaçmak neyi çözer " şeklinde hasıl olan sorular,  "Gercek mutluluk sadece paylaşılarak yaşanır'(mış)" repliğiyle cevap buluyor . Bu replik aynı zamanda sona yaklaşan kahramamız Christopher McCandless in, serüveninin özeleştirisini yaptığı repliktir de.


Evet "Gerçek mutluluk yanlızca paylaşılarak yaşanır" ...


Ve hikayeye konu olan  Gerçek Christopher McCandless


new_chris-mccandless

new_chris-mccandless2

Issız Adam 2008 ~ Bu filmi görmüştüm ben



5 yorum

Tür : Romantik
Gösterim Tarihi : 7 Kasım 2008
Yönetmen : Çağan Irmak
Senaryo : Çağan Irmak
Yapım : 2008, Türkiye , 113 dk.
Oyuncular
Cemal Hünal , Melis Birkan , Yıldız Kültür , Şerif Bozkurt , Gözde Kansu , Aslı Aybars , Goncagül Sunar

Neresinden bakarsan bak yavan bir aşk hikayesinin müzikle süslenip, romantizme boğulmuş şekli Issız Adam

Film çekmesini dört gözle beklediğim nadir yönetmenlerdendir Çağan Irmak. Bu filmin yapım aşamasında olduğunun haberini alınca sevinmiştim. Romantik filmlere çok aşina değil türk sineması ve bu işi yapacaksa ancak ve ancak Çağan Irmak yapabilirdi diye düşündüm çocuk aklımla  : ) Romantik film ki, ele yüze bulaşma ihtimali ziyadesiyle olan bir tür. Romantizmi abartabilirsiniz. Türdeşlerinde çok gördüğümüz, piyasa ağzıyla "tutan" sahneler, "tutan" repliklerle filmin özgünlüğünü yitirebilirsiniz falan feşmekan... Bu saydığım tüm "felaket senaryo"larının hepsi de bu film için sarf etmek  zorunda kaldığım nitelikler maalesef. Böylesine yaratıcılıktan uzak bir filme para verip gittiğime hayıflanmanın yanı sıra, üstüne yaşadığım hayal kırıklığı v.s... Kendimi sinema salonunda  hiç bu kadar "müşteri" gibi hissetmemiştim desem kimseye haksızlık etmiş olmam umarım.


Hikaye çok sağlam değil her şeyden önce, ikili arasındaki elektriği de hiç sevmemiştim zaten. Birinci yarıdaki "arsız" adamımız ikinci yarıda romantik bir aşığa dönüşüyordu ki birden aklına bir sapkın olduğu gelmiş olacak,  kıza "canını seven kaçsın" demeye getiren o bildik "ben sana layık değilim" repliğini okuyor. Diyalogların sahici olmaması, sanki bir teksten okurmuş gibi söyleniyor olması hiç ama hiç kabul edemeyeceğim bir şey bir aşk film izliyorsam şayet.

Issız Adam meselesine gelince, böylesi bir sıfatla nitelendirdiğin adamın en azından biraz daha derinlikli olması lazım gelmez miydi ?  İş ve sosyal yaşamında  gayet uyumlu bir insan, sevilen bir  işletmeci  hüviyetinde olan bir şahsiyetin "Issız"lığı konusunda izleyicinin pek  ikna olmadığını düşünüyorum. Gösterilmeye çabalanan ıssızlık fazlasıyla yüzeyseldi. Tıpkı filmin toplamı gibi...

Demem o ki ortada ne Issız bir adam, ne de harcanmış bir Aşk var. Ortada, oradan buradan derme çatma, zaten bir çok filmde yapılmışı olan sahneciklerin birleşmesinden oluşan, bir kandırmacadan, göz boyamadan ibaret bir filmcikten başka hiç bir şey yoktu.

Müziklerle işi kurtarmış demek haksızlık olmaz sanırım. Son sahnede yaşanan zorlama dram beni daha ziyade güldürdü diyebilirim. Tarık Tufan'ın Meksika Sınırı programında da  sorduğu  gibi ;  "Türk halkı Issız Adam gibi bir zokayı nasıl yuttu." diye sormadan edemiyorum ben de.

Filmin daha ilk yarısında içimden; Bu filmi görmüştüm ben senden önce defalarca Çağan demekten alamadım kendimi


10/6



Forrest Gump



2 yorum

...Jenny : Wietnam'da korkmuş muydun ?
Forrest : Evet. Şey... Bilmiyorum. Bazen yağmur, yıldızlar çıkmasına izin verecek kadar duruyordu. O zaman güzel oluyordu. Gölde gün batımının hemen öncesine benziyordu. Her zaman  suda milyonlarca yakamoz olurdu. Tıpkı o dağ gölü gibiydi. Çok berraktı Jenny. Sanki üst üste iki gökyüzü varmış gibi oluyordu.  Sonra çölde, güneş doğduğu zaman, göğün nerede bitip,  karanın nerde başladığını kestiremezdim.

Jenny: Keşke orada seninle birlikte olabilseydim.

Forrest : Oradaydın...

...
Not: Filmi ikinci kez izlerken, canhıraş kalem arayışlarına  girişip, bulduğum en yazılası kağıda aktarmıştım hemen. Çok ama  çok beğendiğim bir repliktir. : )

La Stanza del figlio ~ Oğul Odası 2001



1 yorum


Tür : Dram
Yönetmen : Nanni Moretti
Senaryo : Nanni Moretti , Linda Ferri , Heidrun Schleef
Yapım : 2001, Fransa / İtalya , 99 dk.
Oyuncular
Nanni Moretti (Giovanni) , Laura Morante (Paola) , Jasmine Trinca (Irene) , Giuseppe Sanfelice (Andrea) , Silvio Orlando (Oscar)

Zamana saplanıp kalmış bir babanın öyküsü Oğul Odası...

Soğukkanlı, sakin ve işinde iyi olan bir  psikiyatristir Giovanni. Zamansız ve genç bir ölümün ardından, oğlunun ölümünü kabul edemeyişin ardından kapıldığı suçluluk duygusu artık peşini bırakmayacaktır. "Keşkelerle" hayatını zindana çeviren Giovanni için zamana saplanıp kalmış ifadesini kullanmak hiç de yanlış olmaz. Sürekli geriye/o güne dönüp oğlunun ölümüne engel olabileceğini düşünmesi kafasını yer bitirir hatta artık günlük yaşamını bile idare edememeye başlar. Öyle ki çok başarılı olduğu mesleğini bile "artık kendime bile hayrım yok" diye düşünmüş olacak ki, bırakmak zorunda kalacaktır. Ama hayat devam ediyordur.

2001 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye evine götüren film bir ölümün ardından duyulan tüm iç hesaplaşmaları, gerçeklik sınırları dışına  çıkmadan ve ajite etmeden anlatan başarılı bir yapım.


10/7


Eternal Sunshine of the Spotless Mind



7 yorum

"Dalgaların ordaydın. Seni uzaktan görebiliyordum. Ne garip birinin sırtını çekici buluyorum diyordum.

Sonradan çok seveceğim ve en sonunda nefret edeceğim montunu diymiştin."

Revolutionary Road ~ Hayallerinin Peşinde 2008 / Gitmek mi zor kalmak mı ?



1 yorum

Tür : Dram
Gösterim Tarihi : 27 Şubat 2009
Yönetmen : Sam Mendes
Senaryo : Justin Haythe , Richard Yates (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Roger Deakins
Müzik : Thomas Newman
Yapım : 2008, ABD / İngiltere , 119 dk.
Oyuncular : Leonardo DiCaprio (Frank Wheeler) , Kate Winslet (April Wheeler) , Kathryn Hahn (Milly Campbell) , Kathy Bates (Bayan Helen Givings)

Wheeler'lar dışarıdan  deterjan reklamlarındaki  tipik aileler gibi gayet mutlu görünürler. Kıskanılacak kadar mükemmel duran evliliklerinde aslında yolunda gitmeyen bir çok şey vardır. Başta hayalleri ve içinde bulundukları koşullar arasında koca bir uçurumun olduğunun farkındadırlar ama durumu iyileştire adına somut bir adım henüz atamamışlardır. Herkes yerini kanıksamış gibi gözükürken Bayan Wheeler geç olmadan, ona göre herkesi daha mutlu edeceğini düşündüğü yeni planını açıklar.

Yaşadıkları  yer dahil olmak üzere  istedikleri yerde olmadıklarını düşünüp hayallerinin peşine düşme düşüncesi,  Paris' e yerleşip herkesin istediği işi yapmak hevesi, çevresi tarafından, ayağı yere basan, mantıklı bir plan olarak görülmez. Hatta delice ve çocukça bulunur.

İstemedikleri hayatların içinde sıkışıp kalan, kalmanın mı yoksa gitmenin mi daha cesurca olduğuna karar veremeyen, bu süreçte de bazı ailevi kavgalar ve yüzleşmeler yaşayan  bir ailenin hikayesi Revolutionary Road. Tipik bir amerikan filmi görünümündeki yapım, Leonardo Dicaprio ve Kate Winslet'in muhteşem performanslarıyla son yıllarda izlediğim en  başarılı dramalardan biri kesinlikle.

8/10

The Fall ~ Düşüş 2006 / Masal bu ya !



2 yorum



Tür : Macera / Dram / Fantastik / Gizem


Yönetmen : Tarsem Singh
Senaryo : Dan Gilroy , Nico Soultanakis , Tarsem Singh
Görüntü Yönetmeni : Colin Watkinson
Müzik : Krishna Levy
Yapım : 2006, Hindistan / İngiltere / ABD , 117 dk

Oyuncular : Catinca Untaru (Alexandria) , Justine Waddell (Evelyn) , Lee Pace (Roy Walker ve Blue Bandit) , Kim Uylenbroek (Doktor ve Büyük İskender) , Aiden Lithgow (Ulak)

"Görsel Bir Şölen" lafını en çok hak eden film

The Fall gibi etkileyici bir yapımın methini çok zaman önce duymamış olmam sanırım benim hatam. Fakat şundan da eminim ki bu film kesinlikle es geçilmiş, hak etiği ilgiyi, takdiri henüz bulamamış  bir film. Bu yüzden filmi izleme ayrıcalığına eriştiğim için kendimi biraz  şanslı addediyorum.

David Fincher ile Spike Jonze’un yapımcılığını üstlendiği film son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden biri. Görsel, düşsel, masalsal herşeyi iyice harmanlamış, özenildiği, bezenildiği su götürmez bir gerçek olan harika bir yapım The Fall ve hala izlemeyenler varsa çok yazık derim.

The Fall görsel anlamda izleyiciyi doyurmaya yetecek hatta artacak bir film. Film, Ayasofya dahil bir çok farklı mekandan masallara ya da  ancak düşsel dünyaya ait olabilecek gibi duran güzellikteki tüm mekanları  anlamlı geçişlerle destansı bir anlatım eşliğinde  izleyiciye sunuyor. Kendinizi bir filmin içinde ziyadesiyle bulmak yetmiyormuş gibi, bir de bir muhteşem bir masalın içinde buluveriyorsunuz. E bir izleyici daha ne ister ki ? Üstelik yönetmen filmde hiç bir görsel efekt kullanmamış ve yine  son derece titiz davranmış olacak  ki filmi tam 4 yılda tamamlamış.


1920'li yılların Los Angeles'ın da bir hastanede tanışan küçük bir kız ve kederli figüranın dostluğunu konu alıyor The Fall. Artık yaşamak istemeyen bir figüran ve masallara inanmaya hazır küçük kız için düşsel yolculuğa çıkma zamanıdır ve bu yolculuk yer yer gerçek dünya ve masal dünyası arasındaki dengenin yitmesine sahne olacaktır. Figüranın umutsuzluğu ve mutsuzluğu,  küçük kızın yaşama sevinciyle birleşip tezat oluşturacak yer yer kesişecek ve bu durum neticesinde artık bir ucundan küçük kızın tuttuğu bir uçundan da  masalı anlatan ama fakat hikayenin  ipleri kesinlikle elinde olmayan figüranın tutuğu hatta çekiştirdiği, sonunu onların da kestiremediği, bir hikayeye dönüşecektir.


"Alexsandra : ama masalı dinlemem gerekli.
Evelyn: Başka birinden istemelisin. Bende mutlu sonlar yok."

Bu muhteşem görsel şölenin son dakikalarını da salya sümük bir şekilde sonlandırdığımı belirtmek isterim.

10/10


Kolya ~ Kolja 1996



0 yorum


Tür : Dram, Komedi
yönetmen : Jan Sverák
Senaryo : Zdenek Sverák
Yapım : Çek Cumhuriyeti
Oyuncular : Zdenek Sverak, Andrei Chalimon


Bildik bir konu özgün bir yorum

Prag'ın Rus devletinin işgalinde olduğu bir dönemde, geçimini bir kilisede cenaze törenleri için çello çalarak sağlamak zorunda olan, günü birlik aşkların adamı, yaşlı çapkın, müzmin bekar Louka, karlı gibi gözüken  anlaşmalı bir evlilik yapar ve hikaye de böylece başlar.

Fakat evlenme işlemlerinin bittiği günün hemen sonrasında, evlendiği kadının, sevgilinin yanına firar ettiğini - zaten vatandaşlık değiştirmek içindir tüm çaba- öğrenir. Bu da yetmiyormuş gibi, hayatında ihtiyacı olabilecek son şey olan  üvey evlat Kolya da başına kalmıştır. İlk bakışta "baba" ve "oğul" arasında ki bu zoraki birliktelik çok da kolay olmayacakmış gibi gözükür. Üstelik Kolya başka bir millettendir ve dilini bilmediği bir memlekette dilini bilmediği ve tanımadığı bir adamla yaşamak zorunda kalmak takdir edersiniz ki Kolya için oldukça zor olacaktır. Tabi aynı şekilde müzmin bekarımız Louka için de …



Bundan sonra "aralarında zoraki birliktelikten doğan bir ilişki, nasıl kopması zor bir ilişkiye dönüşecektir"i seyre dalıyoruz. Bir çocuğun insan hayatını hatta kişinin karakterini bile nasıl değiştirebileceğini, sevginin neleri aşabileceğini anlatan güzel bir film Kolya. Bu tür konularda daramı abartma gibi bir handikabın içine düşen çok film gördüm ama bu film kesinlikle öyle değil. Tüm ufak ayrıntılarıyla söze gerek kalmadan aradaki sevgi bağını hissedebileceğiniz çok güzel bir yapım Kolya


Ufaklığın yürüyen merdiven korkusuna tanıklık ederken eminim siz de benim gibi güleceksiniz. Özellikle o salya sümük hallerini görünce " kıyamam"edasıyla izleyeceksiniz filmi.


10/8.5

Trainspotting



1 yorum

....."Hayatı seç. Mesleğini seç. Kariyerini seç. Kocaman s... bir televizyon seç,otomatik çamaşır makinanı seç. Arabanı,Cd çalarını,elektrikli ev aletlerini seç. Sağlığını,düşük kolestrolü ve dişlerine ilk günkü gibi bakmayı seç. Yatırıma en yüksek faiz veren ve borçlara en az faiz veren bankayı seç. Pembe panjurlu bir ev seç. Arkadaşlarını dikkatli seç. İyi bir tatili ve bavulu akıllıca doldurmayı seç. En güzel sıçtığımın fabrikasında üretilmiş en güzel s.çtığımın elbiselerini seç. Dini ve dua ederken ne bok olduğumuzu düşünmeyi seç. O salak televizyonun karşısında oturup o salak programları seyrederken sürekli tıkınmayı seç. Sonunda da sefil bir evde yalnız başına geberip giderken, yerini senin yerine geçmek için seni kandıran bencil ibnelere bırakmayı seç. Çürüyüp gitmeyi ve yetiştirdiğin gerzek veletlere rezil olacak biçimde kendi altına etmeyi seç.

Geleceğini seç..

Hayatı seç. "

Trainspotting

The Curious Case of Benjamin Button~Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi 2008



1 yorum
Gösterim tarihi : 06 Şubat 2009
Yönetmen : David Fincher
Oyuncular : Tilda Swinton , Brad Pitt , Cate Blanchett , Elias Koteas , Phyllis Somerville , Jared Harris
Senaryo : Eric Roth, Robin Swicord, F. Scott Fitzgerald (Kitap)
Müzik : Alexandre Desplat
Görüntü yön. : Claudio Miranda
Tür : Biyografi / Dram / Fantastik / Gizem / Romantik /
Süre : 115 dk.
Yapım yılı : 2008
Ülke : ABD / Fransa / İngiltere
Dağıtıcı : Warner Bros.

Şarap gibi adam şu Benjamin Button

Oscar'da her ne kadar Slumdog tarafından amiyane tabirle hezimete uğrasa da şunu biliyoruz ki tarihte oscar alan bir çok filmden daha iyi bir film bu. Herkesin hem fikir olduğu bir nokta daha var ki o da Benjamin'in tuhaf hikayesi gayet sıradan, hiç de tuhaf olmayan bir şekilde ele alınmış filmde. Bu sıradan anlatım, bize hayatı tersten yaşama fikiriyle alakalı daha sağlıklı empati kurmamızı sağlıyor.


Filmin başlarında oğlu askerde ölen adamın yanlış hatırlamıyorsam terminal meydanına yaptığı "tersine saat" çok anlamlıydı. Savaşta ölen oğlunun ölmediğini ve hatta savaşın hiç olmamış olduğunu varsaymak için yapılan temsili diyebileceğimiz tersine akan saat, geriye alınan hayatlar falan...Filmin böyle başlıyor olması çok anlamlıydı her şeyden önce.

Film boyunca izleyicide hasıl olan duygu hiç şüphesiz hayatı tersten yaşamanın nasıl bir şey olabileceğiyle alakalı sürekli akla gelen sorular-acabalar. Bu acabaları film yer yer cevaplıyor ve vardığı nokta da ; sondan baştan fark etmez hepimizin vardığı nokta bebek bezi meselesi.

Tek enteresan bulduğum nokta filmde benjamin'in tuhaf hikayesini kimsenin tuhaf bulmaması hatta gayet doğal karşılamaları ve hemen kanıksamaları

Film bazılarına göre fazla uzun bulundu ama benim için bir problem olmadı. Hatta izlerken uzunluğunu fark etmedim bile diyebilirim. David Fincher"iyi" olacağını bildiğim için gönül rahatlığıyla gittim, gördüm ve memnuniyetle de çıktım filmden.

10/9

newer post